Formula 1 ile tanıştığım ve henüz alıcı gözüyle bakmadığım bir zamanda, Brezilyalı yarışçı Ayrton Senna’nın ismini ilk ve son kez duymuş, ne hızına, ne tutkusuna ne de mükemmeliyetçi yaklaşımına tanık olmuştum. Geç kalmıştım pistlerde Senna’yı görmek için. O, son yarışına çıkarken; ben, F1 zevkini henüz keşfedenlerdendim. Kesişememiştik işte… Geçen gün, gencecik yaşında üç kez dünya şampiyonluğu kazanan Ayrton Senna’nın belgeselini izledim. Genelde televizyonda izleyerek ‘kaç tur kaldı?’, ‘kim kazanacak?’ sorularıyla ya da İstanbul Park’ın gürültü ortamında yaşadığım heyecanın iç dünyasını ve elbette Senna’yı az da olsa tanıma şansını yakaladım bu belgeselle.

İnsanı dağıtan, paramparça eden ‘Incendies – İçimdeki Yangın’, izlemesi hiç kolay olmayan filmlerden. Anlattığı tüm o duygu yoğunluğu içinde kaya gibi de sert… Ve bu kaya, filmin neredeyse her karesinde, acıta acıta yerleşiyor yüreğinize, hiç kaçarı yok. Yönetmenliğini Denis Villeneuve’nin yaptığı Kanada’nın Oscar adayı ‘İçimdeki Yangın’, Wajdi Mouawad’ın ünlü ve bol ödüllü oyunundan uyarlanmış. İkiz kardeşler Simon ve Jeanne, anneleri Nawal’ın ölümünün ardından ortaya çıkan vasiyetle geçmişe, sırlara doğru yolculuğa çıkıyorlar. ‘Orta Doğu’ya yaptıkları bu yolculukta atılan her bir adımın, yeni bir trajediye, savaşın yaşattıklarının tahmin ve tamir edilemeyecek yaralara nasıl dönüştüğüne tanık oluyoruz.

‘Never Let Me Go – Beni Asla Bırakma’ bilimkurgu temeline dayanan hikâyesini, bilimkurgu öğelerine yer vermeden anlatmayı tercih eden senaryosuyla, etkileyici bir dram. Kitabını iki sene önce okuduğumda etkilenmiştim. Bu nedenle festival filmleri arasında kesin gidilecekler listeme hızla girenlerdendi. Yönetmenliğini, özellikle video klip çalışmalarıyla tanınan Mark Romanek’in yaptığı film, Kazuo Ishiguro’nın 2005 yılında yazdığı aynı adlı romanından uyarlandı. Kitabı beğeniyle okuduğumdan çelişkili ruh halimle, beklentimi sırtlansam da ilgimi çekeceğini ama kitaba göre hafif kalacağını düşünerek, girdim salona.

Kulağa tuhaf gelen isimler, kişiye özel silahlar, şımarık bir prens, güç-iktidar savaşı ve elbette aşk, hikâyenin zemini. ‘Thor’,  mitoloji denince akla geleni değil, İskandinav mitolojisini devreye sokuyor. Yıldırım ve şimşek tanrısı Thor’un, yetenekleri ve gücü olsa da, kıvama gelinceye kadar öğrenmesi gereken çok şey var. İnsan görünümlü ama fazla gelişmiş vücudu ve üstün yetenekleriyle savaşçı Thor (Chris Hemsworth), babası Odin’in (Anthony Hopkins) yerine geçecek varis. Ancak önce doğuştan bahşedilen gücün beraberinde gelen kibrinin, düşüncesiz tavırlarının yontulması, törpülenmesi gerek.

‘In A Better World – Daha İyi Bir Dünyada’, çok şey ifade eden kocaman bir isim. Altını doldurmak kolay iş değil. Danimarkalı yönetmen Susanne Bier, Altın Küre ve Oscar’da (ki özellikle son yıllarda iki tarafta birden ödül kazanılmamıştı)  en iyi yabancı film ödüllerini toparladığı yapımı ‘Daha İyi Bir Dünyada’ ile dikkatleri bir kez daha İskandinav sinemasına üzerine çekiyor… Ve yanından bir an olsun ayırmadığı Andres Thomas Jensen ile yeniden işbirliği yapıyor. Bier, 2004 yapımı ‘Brothers’ filminde Afganistan ve beraberinde gelen travmaları beyazperdeye taşımış, sonraki filmi ‘Düğünden Sonra’yla da Oscar adaylığı kazanmıştı. Ancak bu kez Akademiyi ikna ederek heykeli evine götürmeyi başardı.